Kur’ân-ı Kerîm, nüzûlü tarihinden kıyamete kadar insanlığı irşâd edecek hidâyet rehberi. Bu itibarla her âyeti, dikkatle değerlendirmek durumundayız. Ahkâm âyetleri gibi, ahlâkî erdemleri işâret edenleri de, mücmeli ve mufassalı da, tarihî misâlleri de bizim için aynı derecede üzerinde durup düşünmeye değer.
Bir gün Allah Kelâmı’nın huzuruna durduğumuzda, İsrâ sûresinin 23’den 39’a kadar olan âyetlerde, değişmeyen doğruların ve yanlışların topluca hatırlatıldığını görüyoruz. Bahsedilen âyetlerde zikredilen hususları şöyle özetleyebiliriz: Sadece bir olan Allah’a kulluk etmek ve O’na asla ortak koşmamak, anne babaya iyi davranmak, akrabayı, yoksulu ve yolcuyu gözetmek, cimrilik etmemek, bununla birlikte müsrif de olmamak, geçim endişesiyle çocukların canına kıymamak, zinâya yaklaşmamak, cana kıymamak, yetim malına el uzatmamak, ahdine riayet etmek, ölçüyü doğru tartmak, hakkında bilgisi olmayan şeyin ardına düşmemek, kibirden uzak durmak ve tövbe etmek.
ALLAH KATINDAN İNDİRİLEN HİKMETLER
Tevhîd inancının lüzumu ve ebeveyne hürmet emriyle başlayan bu mübârek âyetlerin sonunda, bütün bunların “Allah katından indirilen hikmetler” olduğu beyân edilerek burada “kötü olarak anılanların Allah katında da sevimsiz olduğu” belirtiliyor. Böylece dünya ve âhiret saadetinin temini için yapılması ve uzak durulması gerekenler ana hatlarıyla hatırlatılıyor. Nitekim Abdullah ibn-i Abbas (r. anhümâ), konumuzu teşkil eden âyetlerde bahsedilen hususların –Cumartesi yasağı dışında– Mûsâ (a.s.)’ın levhalarında bulunduğunu söylemiştir.1
Kur’ân-ı Kerîm’in hususiyetlerinden biri de bazı âyetlerin mücmel olmasıdır ve bu, “mu‘cizü’l-beyân” olmasının gereğidir. Dolayısıyla burada “zikr-i cüz” ile “kasd-ı küll” olunmuş olur. Yani sadece bir olan Allah’a kulluk etmek ve O’na asla şirk koşmamak, diğer îman esaslarının kabulünü, o da îman dairesine girenlerin mükellef olduğu ibadetlerin îfâsını gerektirir. Meselâ zinaya yaklaşmayın emriyle, ona götüren yolların da kerih olduğu akl-ı selîme hatırlatılmış olur. Ölçüyü doğru tartın emri, ticaretin dürüstlük üzerine inşa edilmesine dair bütün esaslarının tatbikini ve bir zulüm olan faizin yasaklanması gereğini ihtiva etmiş olur. Cimrilik ve müsrifliğin men edilmiş olması, yolumuzu infak ehli ve tutumlu olmaya çıkarır.
Dolayısıyla burada sayılanlara topluca baktığımızda, her hak sahibine hakkını veren örnek bir Müslüman şahsiyet portresi karşımıza çıkar. Ve o, Rabbini bilir, O’na lâyıkınca kulluk etmeye çalışır. Tuttuğunu almak için etrafını tırmalamaz, daima veren el olmanın gayretindedir. Mutlaka en yakınlarından başlamak üzere gücü yettiğince insanlara iyilik etmeye çalışır. Beşerî ilişkilerinde adaletli ve merhametli davranır; her şeyi hakkınca yapar ve hakkına razı olur. Bu itibarla kibir, riyâ ve zulüm gibi illetler ona sirâyet etmez. Bilakis onun her davranışında tevazu, kanaatkârlık, tevekkül ve teslimiyet gibi güzel hasletler tezahür eder. Günah işlediğinde Allah’tan af dilemekten, yanlış yaptığında insanlara özür beyân etmekten müstağnî davranmaz; hatasında ısrarcı değildir.
Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif âyetlerinde hatırlatılan bu hakikatlerle, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir ömür anlattığı değerler, burada lüzûmuna binaen özetle hatırlatılmış oluyor. Çünkü tevhîdi, ahiret inancını ve hesap duygusunu kaybettiği anda insan hayatında savrulmalar başlıyor; canavardan daha yıkıcı bir halde etrafına saldırıyor. Belki canavar onun yanında masum kalıyor.
AHDİNE SADAKAT
Ebeveyne hürmeti, akrabayı gözetmeyi, yoksula ve yolda kalmışa yardım etmeyi çekip aldığınızda, hayatın tadı tuzu kalmıyor. Onlarla birlikte hayata tutunan pek çok güzellikler de yok oluyor. Mesela, vefakârlık elden gidiyor, güler yüz yapmacık hâle geliyor…
Cenâb-ı Hakk’ın “yaklaşmayın” buyurduğu zinaya götüren yollara set çekme gibi bir hassasiyet kaybedilirse, maddî ve manevî marazlar birer pıtrak gibi topluma sirayet ediyor. Vahşet ve utanç sahneleri, yürekleri kanatıyor.
Ahdine sadâkati, ölçüye riâyeti, yetim malına hassasiyeti kaybettiğinizde bunların yerlerine hep çirkinlikler gelip yerleşiyor. Hak hukukun gözetilmediği ve can emniyetinin kalmadığı bir cenderede boğulma hissiyle yaşıyorsunuz. Çünkü hudûlullahı gözetmek gibi bir temel direği söküp alırsanız, geride mâlâyâni peşinde ömrünü heba ederek iki dünyasını da zayi eden bir insan tipi kalıyor…
Öyleyse çare nedir sorusunun cevabı, konumuzu teşkil eden âyetlerde veriliyor. O da her devirde insanlığın değişmez ihtiyaçlarına çözüm olarak indirilen hikmetli emirlere tutunmak ve Allah katında sevimsiz olduğu belirtilenlerden uzak durmaktır. Kısacası sahip olduğumuz değerleri hayata taşımaktır. Bu, aynı zamanda bizim vazifemiz, insanlığın da beklentisidir.
Dipnotlar: 1) Bkz; On Emir, Ömer Faruk Harman, DİB. İslâm Ansiklopedisi, c. 33, s. 350.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 388