KUR’ÂN-I KERİM ALLAH’I NASIL TANITIYOR?

Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin hangi isminden, hangi vasfından bahsetmez ki? İşte Kur’ân’da marifetullah sırrı…

Kur’an-ı Kerim, Allah Teala’yı tanıtan bir kitaptır. Adeta bu gaye için indirilmiş gibidir. Şöyle bir meal-tefsir hatmimizi “Acaba mukaddes kitabımız Yüce Rabbimizi nasıl tanıtıyor? Bizim nasıl bir ma’rifetullah şuuruna sahip olmamızı istiyor?” gözüyle okursak şaşırıp kalırız. “Allah Allah! Doğrusu bu kadar da olduğunu tahmin etmiyordum” deriz.

Bütün ayetlerin Allah Teala’dan bahsettiğini, O’nun bir isminden, bir vasfından, bir fiilinden haber verdiğini görürüz. Kainattaki her bir varlık kendini yaratan Allah’tan haber verdiği ve O’nun varlığını gösterdiği gibi Kur’an’ın her bir ayeti de Allah’tan haber veriyor. Adeta “Allah, Allah!” diye zikrediyor. Rabbimiz’den bahsetmeyen bir ayet yok gibidir Kur’an’da. Hatta bazı surelerin her bir ayetinde bizzat “Allah” ismi geçmektedir. Mesela Mücadile suresi böyledir.

HANGİ AMEL MERTEBEYİ ARTTIRIR?

Kur’an’a göre yaratılışımızın temel hikmeti ma’riftullah yani Allah’ı tanımaktır. Nitekim “Ben cinleri ve insanları ancak (beni tanıyıp) bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 51/56) ayetinde “Bana kulluk etsinler” ifadesi “beni tanısınlar” şeklinde de tefsir edilmiştir. Bunun mânası ise “Beni ma’bud bilsinler; beni kalpte tanıyarak mârifetullâha ersinler” demektir. Gerçek şu ki, Allah’ı tanıyıp bilmeden O’na gerçek bir kulluk yapılamaz. Bir defasında ashâb-ı kirâm, Resûlullah (s.a.v.)’e:

“−Yâ Rasûlallah! Amellerin hangisi daha faziletlidir?” diye sordular. O da:

“−Allah’ı bilmektir!” buyurdu.

“−Hangi amel mertebeyi artırır?” diye sordular. Yine:

“−Allah’ı bilmek!” buyurdu. Bunun üzerine:

“−Yâ Rasûlallah! Biz amelden soruyoruz, Siz ilimden cevap veriyorsunuz!” dediklerinde Resûlullah (s.a.v):

“−Allah’ı bilerek yapılan az amel bile fayda verir. Fakat cehâletle yapılan çok amel bile fayda sağlamaz!” buyurdular. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, 688)

Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin hangi isminden, hangi vasfından bahsetmez ki? O’nun;

Allah olduğundan, Alemlerin rabbi olduğundan, Rahmân Rahîm olduğundan, Din (hesap ve ceza) gününün Maliki olduğundan, Melik, Kuddüs, Selam, Mümin olduğundan, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir olduğundan,

Halık, Bâri, Musavvir olduğundan, Aziz, Hakîm olduğundan,

Semî, Basîr olduğundan,

Ğafur, Afüvv olduğundan,

Celal ve ikram sahibi olduğundan…. bahseder.

Gökleri ve yeri yaratanın,

Güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğdirenin,

Rüzgarları gönderip, buluttan yağmurları indirip yerden bitkileri bitirenin,

Yeryüzüne dağları diken, aralarından nehirleri akıtanın,

Geceyle gündüzü uzatıp kısaltarak peş peşe getirenin,

Sevenin sevilenin, övenin övülenin,

Nerede olsak bizimle beraber olanın,

Bize şah damarımızdan daha yakın bulunanın…. O olduğunu söyler.

Resulüllah Efendimiz’e ilk nâzil olan Alak suresinin ilk ayetleri tam bir ma’rifetullah taliminde bulunmaktadır:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!

O insanı rahim duvarına tutunan aşılanmış bir hücreden yarattı.

Oku! Rabbin sonsuz lütuf ve kerem sahibidir.

Kalemle yazmayı öğreten O’dur.

İnsana bilmediği her şeyi öğreten O’dur.” (Alak 96/1-5)

Bütün halinde indirilen ilk sure olan Fatiha tam bir ma’rifetullah öğretimi yapar:

“Rahmân Rahîm Allah’ın ismiyle…

BİR BAŞKA GÜZELLİK VE DERİNLİK

Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, Rahmân ve Rahîm’dir. O, hesap ve ceza gününün tek sahibidir. Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz. Bizi dosdoğru yola eriştir; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve azıp sapanların yoluna değil.” (Fatiha 1/1-7)

Necm suresindeki şu ayetler ise ne kadar arı duru bir Allah inancını aşılamakta, kalplere bereketli ma’rifetullah tohumlarını ekmektedir:

“Elbette son varış yeri Rabbinin huzuru olacaktır! Doğrusu güldüren de O’dur, ağlatan da! Öldüren de O’dur, yaşatan da! O’dur, iki cinsi, erkek ve dişiyi yaratan; Bir damlacık sudan, ana rahmine atıldığı an! Şüphesiz ölü bedenleri kıyâmette yeniden diriltmek O’na aittir. Zengin eden de O’dur, fakir kılan da! Müşriklerin taptığı Şi‘râ yıldızının Rabbi de ancak O’dur! (Necm 53/42-49)

A‘lâ suresinin şu ayetleri de bir başka güzellik ve derinlikle ma’rifetullahı kalplere nakış nakış işler:

“Yüceler yücesi Rabbinin ismini tesbih et; onu her türlü kusurdan ve ortaktan uzak tut. O ki, her şeyi yarattı ve onları güzel ve düzgün bir şekilde biçimlendirdi. O ki, her şeye belli bir ölçü ve gaye takdir etti; buna göre onlara yol gösterdi. O ki, yeşillikleri, otlakları, meyve ve ekinleri çıkardı. Sonra da onları çürüyüp kararmış artıklara çevirdi.” (A’lâ 87/1-5)

Yüzlerce ayet Allah Teala’nın yüzlerce isim, sıfat ve fiillerinden bahseder durur, anlatır da anlatır; yüzlerce celâl ve ikram tecellilerini haber verir.

Evet, Kur’an-ı Kerim Rabbimizi celal ve ikram sahibi olarak tanıtıyor. Celali de var O’nun, ikramı da…

“Yeryüzünde bulunan herkes fanîdir. Yalnız sonsuz büyüklük (celâl) ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.” (Rahman 55/26-27)

“Resûlüm! Kullarıma şunu haber ver: Elbette ben, evet ben çok bağışlayıcıyım ve çok merhamet edenim. Ama azabım da acı mı acı, can yakıcı bir azaptır!” (Hicr 15/49-50)

“Allah’ın va’di elbette gerçektir. O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve çok hilekâr şeytan sizi Allah’ın rahmeti ve affı ile kandırmasın!” (Lokman 31/33)

Kur’an-ı Kerim, Allah Teala’nın lütuf ve kahır tecellileriyle, cemal ve celal akisleriyle dopdoludur.

Lütfuyla kullarına görünür görünmez sayısız nimetleri veren O; helak ettiği toplumların kıssalarını anlattıktan sonra “Biz bu topluluk ve kişilerden her birini günahları yüzünden kıskıvrak yakalayıverdik: Kiminin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Kimini o korkunç çığlık yakaladı. Kimini yerin dibine geçirdik. Kimini de suda boğduk. Allah, böyle yapmakla kesinlikle onlara zulmetmedi; lâkin onlar kendi kendilerine zulmettiler” (Ankebut 29/40) buyuran da O.

Hz. Musa’yı kurtaran da O; Firavun’u Kızıldeniz’in azgın dalgaları arasında boğan da O.

Sonuçta sonsuz rahmetinin bir tecellisi olarak cenneti yaratan da O; sonsuz gazabı ve hışmının zuhur yeri olarak cehennemi var eden de O.

Tekrar edelim ki Kur’an’ın her bir ayeti bize Allah’ı tanıtıyor, ma’rifetullahı öğretiyor, Ama bir sure var ki o sırf Allah’tan bahsediyor. Bu sebeple o, Kur’an’ın üçte birine denk çok faziletli bir sure olarak tavsif olunuyor. İhlas suresi…

“De ki: O Allah birdir. Her şey o Allah’a muhtaç ama O hiçbir şeye muhtaç değildir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas 112/1-4)

Herhalde ma’rifetullah konusu en derin boyutlarıyla, en şümullü yönleriyle ve en esrarengiz detaylarıyla Nur suresinin 35-38. ayetlerinde işleniyor.

ALLAH DİLEDİĞİ KİMSEYİ KENDİ NÛRUNA ERİŞTİRİR

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûru şöyle bir misalle anlatılabilir: İçinde lamba bulunan bir fanus. Bu lamba kristal bir cam içindedir. Bu kristal cam da inci gibi parlayan bir yıldıza benzer. Lamba doğuya da batıya da ait olmayan mübârek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur. O yağ, neredeyse kendisine ateş değmese bile kendiliğinden ışık verecek haldedir. Bu durum, nûr üstüne nûrdur! Allah dilediği kimseyi kendi nûruna eriştirir. Allah, gerçeği anlamaları için insanlara böyle misaller verir. Allah her şeyi hakkiyle bilmektedir.” (Nur 24/35)

Ayetin başında yer alan “Allah, göklerin ve yerin nûrudur” ifadesi şöyle anlaşılabilir:

  • Allah göklerin ve yerlerin “münevviri” yâni aydınlatıcısıdır. Gökler ve yerler O’nun kudretiyle aydınlanmış, bütün nizam ve işleyişi O’nun kudretiyle istikamet bulmuş, kendileri ve içlerinde bulunan her şey yine O’nun kudretiyle varlık sahasına çıkmıştır. (Kurtubî, el-Câmi‘, XII, 170)
  • Allah karanlıkları aydınlatan; göklerde ve yerde bulunanlara yol gösterendir. Göklerde ve yerde olanlar ancak O’nun nuruyla doğru yolu bulurlar. Ancak O’nun hidâyetiyle sapıklık yollarından korunurlar. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 105)
  • Allah gökleri ve yeri hikmet ve adâletle yönetendir. Nitekim bilgili ve tecrübeli bir yönetici için “O, ülkenin nûrudur” denilir. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 105)

Cenâb-ı Hakk’ın nûrunu mücerred hâliyle akılla idrak etmek mümkün olmadığı için, âyet-i kerîme onu bir misalle açıklıyor. Bunun için de (meselü nûrihî) buyurur. Âyette geçen (mişkât)ı fanus, (misbâh)ı lamba, (zücâce)yi kristal cam olarak tercüme ettiğimizden, temsili açıklarken hep bu tercüme karşılıkları kullanacağız. Hemen belirtelim ki, burada (hû) zamirinden kimin kastedildiği hususunda bazı ihtimaller bulunmaktadır:

KALBİMİZ ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ KABIDIR

Birinci ihtimal, Allah Teâlâ olmasıdır: Bu ihtimâle göre temsilin mânası şöyledir: “Allah Teâlâ’nın mü’min kulunun kalbindeki nûrunun misâli şudur.” Bu nûrdan en büyük payı alan şüphesiz Resûlullah (s.a.v.)’dir. Bu nûru kuluna lütfeden ve dilediği kulunu ona eriştiren Allah Teâlâ’dır. Kul ise bu nûru kabul edendir. Nûru kabul mahalli kulun kalbidir. Bu nûru yüklenen kulun azîmeti, himmeti ve iradesidir. Bunu yüklenme aracı ise kulun düşüncesi, niyeti, sözü ve amelidir.

Temsili bu mânada daha ayrıntılı olarak şöylece açıklamak mümkündür: Fanus, mü’minin göğsüdür. Kristal cam onun kalbidir. Mü’minin kalbi, inceliği, temizliği ve salâbeti yani içindeki Allah sevgisini en iyi koruyucu bir vasfa sahip oluşu sebebiyle kristal cama benzetilmiştir. Mü’min kalbi rakîktir, merhametlidir, yaratıklara karşı müşfiktir; eşyayı hakikatiyle görür, orada hiçbir bulanıklık ve karışıklık barınmaz. Allah’ın emirlerine sonsuz bağlı ve Zâtı’na son derece muştâktır. Allah’ın düşmanlarına karşı pek şiddetli ve serttir. Hakkı Allah için ikame eder. Zira kalpler, Allah Teâlâ’ın yeryüzündeki kaplarıdır. Bunların içinde Allah’ın en sevdiği kalp en ince, en sert yani içindeki Allah sevgisini en iyi koruyan ve en temiz olanıdır. Lamba, mü’min kulun kalbindeki iman nûrudur. Hidâyeti ve hak dini getiren vahiyden ibaret olan mübârek ağaç ise lambanın yakıtıdır. Nûr üstüne nûr olan; doğru fıtrat, doğru idrâk, vahiy ve kitap nûrudur. Nûrlardan biri diğerine eklenince o kulun nûruna nûr katılır. Bundan dolayı o kul, neredeyse kitap okumadan bile hakla, hikmetle konuşur. Akıl, şeriat, fıtrat ve vahiy kanıtları onda birbirine uyar. Aklı, fıtratı ve zevki ona Peygamber (s.a.v.)’in getirdiklerinin tümünün gerçek olduğunu gösterir. O kimsede akıl ve nakil asla çatışmaz, aksine birbirini doğrular. Bu durum, o kimsede “nûr üstüne nûr” hâlinin teşekkül etmeye başladığının bir alâmetidir. (bk. Kâsimî, Mehâsinu’t-te’vîl, XII, 4528- 4529)

İkinci ihtimâl, zamirin bahsettiği kişinin Peygamberimiz (s.a.v.) olmasıdır. Buna göre temsildeki fanus, Peygamberimiz (s.a.v.) veya onun göğsüdür. Lamba; nübüvvet, hidâyet ve amelden Efendimiz’e ait olan şeylerdir. Kristal cam, Peygamberimiz’in kalbidir. Mübârek ağaç, vahiy ve Peygamber (a.s.)’ın vahiyle irtibatını sağlayan elçi meleklerdir. Yağ, vahyin ihtivâ ettiği âyetler, deliller ve bürhânlardır. (Kurtubî, el-Câmi‘, XII, 172)

Bir başka izaha göre fanus Peygamberimiz (s.a.v)’in bedeni, lamba kalbi, kristal cam göğsüdür. Peygamberimizin göğsü inci gibi parlayan bir yıldıza benzetilmiştir. Peygamberimizin kalbindeki lamba, ne doğuya ne de batıya ait olan, kendisine ne doğunun ne de batının güneşi dokunmuş bulunan mübârek bir zeytin ağacının yağıyla tutuşturulur. Bu yağ, kendisine ateş değmese de ışık verecek bir durumda olduğu gibi Peygamber (s.a.v.) de, kendisinin peygamber olduğunu söylemese bile insanlara gerçek açıklamalarda bulunacak bir durumdadır. Zira Efendimiz, nübüvvet öncesi kalben ve rûhen bu şekilde ilâhî bir terbiye görmüştür. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 106)

MARİFETULLAHA NAİL OLAN EN GÜZEL KUL

Devam eden ayetlerde temsili yapılan bu nura nerede, nasıl ve kimler tarafından erileceği şöyle açıklanmaktadır:

“Bu nûra Allah’ın, yapılıp yükseltilmesine ve içlerinde kendi isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde erişilir. Bu evlerde sabah akşam O’nun şanını yücelterek zatını her türlü eksiklikten pak ve uzak tutan nice erler vardır.

O erler ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah’ı zikretmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyabilir. Onlar, kalplerin halden hale girip alt üst olacağı ve gözlerin dehşetten donakalacağı bir günden korkarlar.

Neticede Allah onları, işledikleri amellerin en güzeliyle mükâfatlandıracak, üstelik onlara lütfu kereminden daha fazlasını verecektir. Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.” (Nur 24/36-38)

Kur’an’ın son derece şümullü ve derinlikli olarak ele aldığı çerçevede ma’rifetullaha nail olan en güzel kul şüphesiz Peygamberimiz (s.a.v.)’dir. Her konuda olduğu gibi ma’rifetullah konusunda da bizim için en güzel örnek odur. Bütün güzellikleri ondan öğrendiğimiz gibi ma’rifetullahı da ondan öğrenmeliyiz. Zaten “Ben, içinizde Allah’ı en iyi bilen ve O’ndan en çok korkanınızım” beyanıyla bu gerçeği bize Efendimiz bizzat kendisi haber vermektedir.

Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Altınoluk Dergisi, 360. Sayı, Şubat 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir