I-KUR’ÂN-I KERÎM
Kur’ân-ı Kerîm ilâhî mesajların sonuncusu olarak Allah katından[1] Cebrâil aracılığı[2] ile Hz. Peygamber’in kalbine indirilmiş[3] ilâhî kelâmın[4] özel adıdır. Klasik hale gelmiş tanımıyla Kur’ân-ı Kerîm “Hz. Peygamber’e indirilen, Mushaflarda yazılı, Peygamberimiz’den bize tevâtür[5] yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibadet edilen, insanlığın benzerini getirmekten âciz kaldığı ilâhî kelâm[6]” dır.
Hz. Peygamber’e kırk yaşında iken milâdi 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlayan Kur’ân-ı Kerîm, ihtiyaca göre çeşitli zaman dilimleri içinde parça parça Hz. Peygamber’e vahyedilmiş ve bu süreç yaklaşık yirmi üç yıl sürmüştür[7]. Yazıya geçirilmiş ve kitap haline gelmiş şekline ‘Mushaf’ denilen Kur’ân-ı Kerîm’in ‘Kur’an’ lafzı dışında Kitap, Zikr, Nur, Ruh, Şifa, Kelâmullah vs. isim ve sıfatları da vardır.
Kur’ân-ı Kerîm çeşitli yönleriyle âyet ve hadislerde tanıtılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir :
1-Âyetler :
Allah (cc) şöyle buyurmuştur :
-Kur’an insanlara doğru yolu gösteren bir rehberdir[8].
-Şüphesiz Kur’an, hak ile bâtılı ayıran bir sözdür[9].
-Kur’an mü’minlere müjde[10] ve rahmettir[11].
-Kur’an sözlerin en güzeli[12] ve en doğru yola iletendir[13].
-Kur’an kesin gerçektir[14].
-Kur’an mübârek bir zikirdir[15].
-Kur’an akıl sahiplerine ve özellikle içinizden dosdoğru gitmek isteyene bir öğüttür[16].
2-Hadisler :
Hz.Peygamber (sav)’den rivaye edildiğine göre o şöyle demiştir :
-Şüphesiz ki sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı olan Kur’an’dır[17](…)
-Her peygambere geçmişte iman edilen mûcizelerin benzeri bir mûcize verilmiştir. Bana verilen mûcize ise Allah’ın vahyettiği Kur’an’dır (…)[18]
-Kur’an’ın diğer sözlere üstünlüğü Allah’ın yarattıklarına olan üstünlüğü gibidir[19].
-Kur’an en doğru yol ve hak ile bâtılı ayıran kesin bir hükümdür. Allah’ın ipi ve hikmet dolu sözleridir. Arzu ve isteklerin bozamadığı, dillerin karışıklığa düşüremediği, ilim adamlarının kendisine doyamadığı, fazla tekrarlanmakla eskimeyen, ve bıkkınlık vermeyen, hayranlık veren yönleri bitip tükenmeyen bir kitaptır. O şaka bir söz değildir. Ona dayanarak konuşan doğru söylemiştir. Onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hüküm veren adaletli davranmıştır[20].
-Kur’an senin lehine veya aleyhine delildir (…)[21]
-Allah Kur’an’la bir kısım milletleri yükseltir, bir kısmını alçaltır.
-Kur’an Hz. Peygamber’in ümmetine bıraktığı iki emanetten biridir[22].
II-KUR’ÂN-I KERÎM’İN OKUNMASI
Kur’ân-ı Kerîm’in isimleri arasında yer alan el-Kur’an lafzı onun ‘okunan bir kitap’ olduğuna işaret eder. Bunun bir göstergesi olarak Kur’ân-ı Kerîm ilk gelen âyetlerden itibaren gerek vahiy sürecinde gerek daha sonraki dönemlerde her zaman ve Müslümanların bulunduğu her mekânda okunmuş, okutulmuş ve ezberlenmiştir. Bununla birlikte okunmasıyla ibadet edilmesi Kur’an’ın müslümanın hayatındaki merkezi yerini ifade etmesi açısından önem taşımaktadır[23].
Kur’an’ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Bu yönden Kur’an’ın bilhassa namazda okunması ve Kur’an okunduğunda dikkatle dinlenmesinin emredilmesi[24], onun müslümanların hayatında edindiği tayin edici yerin esasını teşkil ettiği gibi Kur’an okuma ve dinleme müslüman olmanın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kur’an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır[25].
Her müslümanın namazı câiz olacak miktarda Kur’ân-ı Kerîm’den âyet ve sûreler ezberlemesi farz-ı ayındır. Fâtiha ile birlikte diğer bir sûreyi ezberlemesi ise, vâciptir ki, bununla namazın bir rüknü olan kıraat farzı da yerine getirilmiş olur. Kur’ân-ı Kerîm’in diğer kısımlarını ezberlemek de müslümanlar için bir farz-ı kifâyedir[26].
Kur’an’ı anlamını bilmeden okumak faziletli bir meşguliyet ve ibadet olmakla birlikte anlam bütünlüğü içinde okumak daha uygundur. Zira düşünerek ve anlamı üzerinde yoğunlaşarak okumak Kur’an’ın sıklıkla üzerinde durduğu bir husustur. Konuyla ilgili âyet-i kerîmelerden bazıları şöyledir :
-Onlar Kur’an’ı okuyup düşünmüyorlar mı ?[27]
-(…) Sana da kendilerine gönderileni insanlara açıklaman, onların da üzerinde düşünmeleri için bu Kur’an’ı indirdik[28].
-Allah’ın kitabını okuyan, namazlarını gerektiği şekilde kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık bağışta bulunan kimseler, hiç ziyan ihtimali olmayan bir ticareti ümit edebilirler. Çünkü Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecek, hatta lütfundan onlara daha fazlasını da ihsan edecektir. Zira O, çok bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir[29].
Kur’an okumanın önemi ve onunla meşgul olanların fazileti hakkında bir çok hadis-i şerif vardır. Bir kısmını şöyle sıralamak mümkündür :
-Kur’an ilmine sahip olup onu gece gündüz okuyan ve onunla amel edene gıpta edilir[30].
-Kur’an’ı okuyup ezberleyen kimseyi Allah cennete koyar, onun, ailesinden cehenneme girmesi kesinleşen on kişi hakkında şefaat etmesini kabul eder[31].
-Evlerde toplanıp Allah’ın kitabını okuyan, onu öğrenip birbirlerine öğretenler mânevi bir huzur ve sükun hali yaşarlar. Kendilerini ilâhi rahmet kuşatır, etraflarını melekler sarar. Allah onları kendisiyle birlikte olanlarla anar[32].
-İçinde Kur’an okunmayan evden daha harâbe bir mekân yoktur. Ezberinde Kur’an’dan bir âyet bulunmayan kime ise hiç oturanı olmayan boş ve yıkık ev gibidir[33].
-Allah’ın kitabından bir sûreyi okuyarak yatağına giren bir müslümana Allah vekil olarak bir melek gönderir; melek onu korur, uyanıncaya kadar zarar verecek hiçbir şey ona yaklaşamaz[34].
III-KUR’ÂN-I KERÎM’İN ÖĞRENİLMESİ
Kur’an’ın iniş amacına uygun okunuşu üç aşamada gerçekleşir. Birincisi harf ve kelimelerinin aslına uygun ve gereği üzere okunmasıdır ki buna okuma boyutu denir; her müslüman için namazda asgari miktarda Kur’an’dan bir kaç âyet yahut sûre okumak ibadetin temel rüknü olduğundan zorunludur. Bu çerçevede Kur’an’dan daha çok sûre bilmek, okumak ve ezberlemek zorunlu olmaktan öte bir farz-ı kifâye olarak faziletli ve sevabı çok olan bir ibâdettir. Kur’an okumada ikinci aşama ilâhî mesajları anlamaya yönelik okumaktır ki bu da anlam boyutu olarak bilinir. Üçüncüsü Kur’an’ın iniş amacının gerçekleştiği ahlâk boyutu’dur ki esas olan da budur. Zira okuma ve anlama boyutu araç, ahlâk boyutu amaçtır. Hayata geçirilmeyen Kur’an anlam çerçevesine, gerçekleri anlaşılmayan Kur’an okuma kalıplarına hapsedilmiş; lisan ve aklın payı ile yetinilerek kısırlaştırılmış, bireysel ve toplumsal hayattan uzaklaştırılmıştır. Kur’an ile gerçek iletişim onu harf ve kelime planında okumakla başlar, anlama ve yaşama süreciyle devam eder. Bütün bunlar bir öğrenme hamlesi ve hayata taşıma çabasıyla gerçekleşir.
Kur’an öğrenimi ve öğretimiyle ilgili Hz. Peygamber (sav)’in teşvik edici bir çok hadîs-i şerifi vardır ki bunlardan bazıları şöyledir :
-Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir[35].
-Evlerde toplanıp Allah’ın kitabını okuyan, onu öğrenip birbirlerine öğretenler mânevi bir huzur ve sükun hali yaşarlar. Kendilerini ilâhi rahmet kuşatır, etraflarını melekler sarar. Allah onları kendisiyle birlikte olanlarla anar[36].
-Hz.Peygamber (sav) mescitte Kur’an okuyan ve ilmî konuları müzâkere eden iki grup hakkında : “Bunların hepsi hayır üzerindedirler. Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Eğer Allah dilerse onlara isteklerini verir, dilerse vermez. Şunlara gelince, bunlar da ilim öğrenip, ilim öğretiyorlar. Ben ancak muallim olarak gönderildim” buyurduktan sonra ilmî konuları tartışan grubun yanına oturdu[37].
-Bir müslümanın evinden çıkıp Kur’an’dan bir âyet öğrenmesi yüz rekat nafile namazdan, yahut kendisiyle amel edilsin veya edilmesin ilimden bir konuyu öğrenmesi bin rekat nafile namaz kılmasından daha hayırlıdır[38].
-Kur’an’ı öğrenin, devamlı okuyun ve dinlenin. Kur’an’ın ile onu öğrenip hakkını ödemeye çalışan müminin durumu, içi misk dolu ve ağzı açık tuluğun durumuna benzer ki miskin kokusu her tarafa yayılır. Kur’an’ı öğrendiği halde gaflete dalanın durumu da içinde misk bulunup ağzı sıkıca bağlanmış olan tuluk gibidir (miskin kokusundan yararlanılmaz)[39].
-İçinde Kur’an okunmayan evden daha harabe bir mekân yoktur. Hâfızasında Kur’an’dan bir âyet bulunmayan kimse de hiç oturanı olmayan boş ve harabe ev gibidir[40].
-Kur’an öğrenip onu okumanın karşılığında her harfine on sevap verilir[41]. Kur’ân’ı dikkatle dinleyene ise iki sevap vardır[42].
-Ezberinde Kur’an olan kişinin hali bağlı deve gibidir; sahibi deveyi korursa onu yanında tutar, salıverirse kaçıp gider[43].
-“Ümmetimin sevapları bana arzolundu, hatta bir insanın mescidi temiz tutmak için çıkarıp attığı en ufak çöp parçasına varıncaya kadar… Onların günahları da bana arz edildi. Bir insanın Kur’an’dan öğrenip te unuttuğu bir âyet veya bir sûreden daha büyük günah görmedim[44].
-Şu Kur’an’ı öğrenin! Şüphesiz onu okumakla her harfine karşılık on sevapla ödüllendirilirsiniz[45].
TECVİD İLMİ
I-Tecvid İlmi’nin Tanımı
Sözlükte “bir şeyi güzel yapmak, süslemek” anlamına gelen tecvid kelimesi “sıfatlarına uygun şekilde harfleri mahreçlerinden çıkarmak” demektir. Tecvid ilmi “Kur’ân-ı Kerîm’i harflerin mahreç ve sıfatlarına riayet edip vakıf (duruş), vasıl (geçiş), sekte (nefes kesme) vb. tilâvet kurallarına uyarak güzel ve hatasız okumayı öğreten ilim[46]” olarak tanımlanmıştır.
Tecvid bir takım teorik bilgileri içermekle birlikte daha çok pratik yönü ön plana çıkan bir ilimdir. Tecvid’e dair bilgiler kitaplardan elde edilebilirse de uygulama aşamasında uzman hocaya ihtiyaç duyulur. Tecvid konuları ilim, uygulamaları sanattır. Sanat da sanatkârdan öğrenilir. Bu nedenle Kur’an eğitiminde en önemli unsur işin uzmanı olan hoca (sanatkâr) dır.
Kur’ân-ı Kerîm’de tecvid kelimesi bulunmamakla birlikte “Kur’an’ı yavaş yavaş, tane tane, düşünerek okuma” anlamında “tertîl[47]” geçmektedir. Hz.Ali âyetlerde geçen tertîli Kur’an harflerinin mahreç ve sıfatlarına uygun biçimde telaffuz edilmesi ve durulacak yerlerin bilinmesi diye açıklamıştır[48].
II-Tecvid İlmi’nin Konusu
Tecvid ilminin konusu Kur’ân-ı Kerîm’in harfleridir[49]. Bu çerçeve içinde harflerin mahreç ve sıfatları, bağımsız ve birleşik ses özellikleri, med, kasır vs. konular tecvid ilminin inceleme alanına girer.
III-Tecvid’in Gerekliliği
Tecvid ilminin gerekliliği Kur’ân-ı Kerîm, sünnet ve icmâ delilleriyle sâbittir.
1.Kur’an:
A) {وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلًا } : “Biz onu (Kur’an’ı) tertil üzere okuduk[50].”
B) {وَرَتِّلِ الْقُرأَنَ تَرْتِيلًا } : “Kur’an’ı tertil üzere oku![51]”
Tertîl kelimesi -daha önce de ifade edildiği üzere- tecvid anlamına geldiğinden, âyetler bize Kur’an’ın tecvidli indirildiğini ve tecvid üzere okunması gerektiğini bildirmektedir.
2.Sünnet:
A)Hz. Peygamber (sav)’in hanımlarından Ümmü Seleme (r.ah.) peygamberimizin kıraatinin nasıl olduğunu soranlara şu cevabı vermiştir : “O’nun kıraati harf harf, tane tane açıklanan bir kıraat idi; kıraatini ayırırdı (tane tane, dura dura okurdu)[52].”
B) Peygamberimiz (sav)’in okuyuşuyla ilgili bilgi sahibi olmak isteyenlere Enes b. Mâlik : “O’nun kıraati med’li idi, uzatılacak yerleri uzatırdı” demiş ve ardından Besmele’yi örnek verip, “Peygamber (sav) Bismillâh’ı uzatır, er-Rahmân’ı uzatır ve er-Rahîm’i uzatırdı” cümlesiyle sözlerine devam etmiştir[53].”
Bu rivayetler göstermektedir ki Hz. Peygamber (sav)’in kıraati tertîl çerçevesinde ağır ağır, tane tane, yani tecvitli idi.
3.İcmâ:
Gerek sahâbîler gerekse tâbiîn neslinden olanlar Kur’ân-ı Kerîm’in tertîl (tecvid) ile okunduğunu bildiren ve muhataplarına tertîl üzere Kur’an okumalarını emreden âyet-i kerîmelerin hükmü gereği Allah’ın kelâmını tertîl çerçevesinde (tecvid kurallarına göre) okumuş ve okutmuşlardır. Daha sonra gelen nesiller de aynı yolu takip etmiştir. Kur’an’ın tecvitsiz okunabileceğine dair başta sahâbîler olmak üzere tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve diğer nesillerden bize intikal etmiş bir rivâyet yahut fiili bir uygulama söz konusu olmadığından, tecvid üzere Kur’an okumanın gerekliliği icmâ delili ile de sâbit olmuştur.
IV-Tecvid İlmi’ni Öğrenme ve Uygulamanın Hükmü
Tecvidi teorik olarak öğrenmek ile Kur’an okurken uygulamak birbirinden farklı hususlardır.
1.Tecvidi ilim olarak öğrenmek ve bilmek müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Bir grup müslümanın tecvid ilmini öğrenip öğretmesi gereklidir. Aksi takdirde bütün müslümanlar sorumlu olur[54].
2.Kur’an okuyan bir müslümanın kıraatini lahn-ı celî’den (açık hata) kurtaracak kadar tecvîde riâyet ederek okuması[55], daha açık ifadeyle, herkesin okuyabildiği ve öğrenebildiği sûre ve âyetlerde tecvid kaidelerine uyarak hareket etmesi farz-ı ayn’dır[56].
3.Lahn-ı hafî’den (gizli hata) kurtaracak kadar tecvîde riâyet etmesi ise farz-ı kifâyedir[57].
4.Her müslümanın en azından namazda okuyacak kadar Kur’an’dan bir bölümü düzgün bir şekilde okumayı öğrenmesi lâzımdır[58].
V-Tecvid İlmi’nin Gayesi
1.Kur’ân-ı Kerîm’in tecvid ile okunması hususundaki ilâhi emri yerine getirmek,
2.Kur’an lafızlarını Hz. Peygamber (sav)’den öğrenildiği gibi okuyabilmeyi sağlamak,
3.Kur’an okurken dili hatadan korumak ve sorumluluktan kurtulmak,
4.Kur’ân’a karşı önemli bir sorumluluğumuzu yerine getirmenin mânevi hazzını ve ahiret mutluluğunu yaşamak[59].
VI-Tecvid İlmi’nin Değeri
Tecvid ilmi Kur’ân-ı Kerîm ile doğrudan meşgul olması bakımından dîni ilimlerin en değerlilerinden birisidir.
Bilindiği gibi tecvid Kur’an’ı usûlüne uygun olarak doğru okumayı öğreten bir ilimdir. Kur’ân-ı Kerîm ise Peygamberimiz (sav)’in ifadesiyle, Allah katında yerden, göklerden ve onlarda bulunanlardan daha sevimlidir. Öyleyse, böyle seçkin ve yüce bir kelâmın tilâvetiyle meşgul olması da tecvide seçkin bir yer kazandırmış olmaktadır[60].
HARFLER
I-Harfin Tanımı:
Solunum yoluyla vücuda giren ve aynı yolla dışarı çıkan havanın (nefes, soluk) bu fonksiyonu bütünüyle irade dışıdır. Nefes alıp veren her canlı iradesi dışında cereyan eden bu sistemle varlığını sürdürür. İnsanın isteği dışında içinden çıkan hava nefes’tir. Nefes iradeyle ve işitilecek kıvamda olduğunda ses olur. İradeye dayalı ve ses olarak duyulan nefesin belirli noktalara (mahreçlere) temasıyla da harf meydana gelir. Sonuç olarak harf nefesin iradeye dayalı, işitilen ve belirli noktalardan çıkıp anlama katkıda bulunan haline denir.
Harf “ağzın muayyen bir mahreç sahasından çıkan ve belli sıfatlara sahip bulunan ses” olarak tarif edilmiştir Her harfin ismi, sesi ve resmi (yazı işareti, sembolü) vardır[61].
Örnek : Kur’an alfabesinin ikinci harfinin ismi bâ ( با) dır. Sesi dudak içlerinden çıkar ve kendine özgüdür. Harfin resmi ise ( ب ) işareti yahut sembolüdür. Harfler isimleriyle anılır, sesleriyle okunur, resimleriyle yazılır. Bir istisna olarak bazı sûrelerin başında bulunan mukattaa harfleri isimleriyle okunur : (Hâ-Mîm, Tâ-Sîn, Yâ-Sîn, Elif-Lâm-Mîm vd.)
II-Harflerin Mahreçleri:
Mahreç sözlükte “çıkış yeri, çıkak” demektir. Harfin sesinin çıktığı, ona ait sesin belirdiği yere mahreç denir. Her harfin bir mahreci vardır. Beş bölgede toplanan ve her biri ayrı harfe ait olan on yedi mahreç vardır :
A-Ağız Boşluğu Bölgesi (Cevf) :
Buradan med harfleri olan ‘vâv’ و , ‘yâ’ ي ve ‘elif’ ا harfleri çıkar.
B-Boğaz Bölgesi (Halk) :
1.Boğazın (göğse bitişik) alt kısmından “hemze” أ ile “he” هçıkar.
2.Boğazın orta kısmından noktasız “hâ” ح ve “ayn” ع çıkar.
3.Boğazın ağza açılan üst yerinden noktalı “hâ” خ ve “ğayn” غ harfleri çıkar.
C-Dil Bölgesi (Lisan) :
4.Dilin köküyle karşısındaki üst damaktan “kâf” ق harfi çıkar.
5.Dil kökünün (dil ucuna doğru) alt tarafı[62] ile karşısındaki üst damaktan “kâf” ك çıkar.
6.Dilin ortasıyla karşısındaki üst damaktan “cîm” ج , “şîn” ش ve “yâ[63]” ي harfleri çıkar.
7.Dilin sol veya sağ kenarıyla karşısındaki üst azı dişlerden hafif “dâd” ض çıkar.
8.Dil kenarının -dil ucuna uzanan- kavisli kısmı ile karşısındaki üst damaktan ‘lâm’ ل harfi çıkar.
9.Dilin uç kısmıyla iki üst ön dişlerden ‘nûn’ ن çıkar.
10.Dil ucunun üst yüzü (sırtı) ile karşısındaki iki üst ön dişlerin üstündeki damaktan ‘râ’ ر harfi çıkar.
11.“Dil ucunun üst yüzü (sırtı) ile iki üst ön dişlerin üst yarısından ‘tâ’ ط, ‘dâl’ د ve ‘tâ’ ت harfleri çıkar.
12.Dilin ucuyla iki alt ön dişlerin üst yarısından ‘sâd’ ص , ‘sîn’ س ve ‘zâ’ ز harfleri çıkar.
13.Dilin ucunun üst yüzü (sırtı) ile üst ön dişlerin uçlarıdan ‘zâ ظ, ‘zâl’ ذ ve ‘sâ’ ث harfleri çıkar. Dil ucu ‘zâ’ ظharfinde az; ‘zâl’ ذ harfinde ondan bir miktar fazla; ‘sâ’ ث harfinde ise hepsinden fazla dışarı çıkar.
D-Dudak Bölgesi (Şefeteyn) :
14.Alt dudağın içi (karnı) ile iki üst ön dişlerin uçlarından ‘fâ’ ف harfi çıkar.
15.Dudak içlerinin birbirine kuvvetli (sıkıca) kapanmasıyla ‘bâ’ ب harfi çıkar.
16.İç kısımların dudak uçlarına yakın olan yerlerinin zayıf bir şekilde kapanmasıyla ‘mîm’ م çıkar.
17.Dudaklar birbirine kapanmadan -aralık bırakarak- kenarların ileri uzatılıp yumulmasıyla ‘vâv’ و harfi çıkar.
E-Geniz Kovuğu Bölgesi (Hayşum) :
Geniz kovuğundan (burun boşluğu/hayşûm) ‘mîm’ م ve ‘nûn’ ن harflerine ait gunne sesi çıkar[64].
III-Harflerin Sıfatları:
Sıfat sözlükte “bir varlığın tanınmasını sağlayan özellik yahut nitelik” demektir. Harfin sıfatı ile kasıt “mahreçte seslendirilen harfe ait bir takım özellikler”dir. Mahreçleri aynı olan harfleri birbirinden ayırmak, kuvvetli ve zayıf olan harfleri tanımak ve mahreçleri farklı olan harfleri doğru seslendirmek için sıfatların bilinmesinde yarar vardır.
Her zaman harfle birlikte olan ve ondan hiç ayrılmayan (asıl, lâzım) sıfatlardan bazıları şunlardır.
A- İsti’lâ Sıfatı : ( الاستعلاء)
Harf seslendirilirken dilin üst damağa kalkması demektir. İsti’lâ sıfatlı harfler kalın harflerdir. Bu sıfat ( خص ضغط قظ ) birleşiminde toplanan yedi harfte ( خ , ص , ض , غ , ط , ق , ظ ) bulunur. Bunların dışında kalan harfler incedir.
B- Itbak Sıfatı : ( الاطباق )
Harf seslendirilirken dilin üst damağa kapanmasıdır. Bu sıfat ( ص , ض , ط, ظ ) harflerinde bulunur.
C- Kalkale Sıfatı : ( القلقلة )
Kuvvetli bir ses işitilinceye kadar sesin yahut mahrecin hareketlendirilmesi demektir. Kalkale mahrecin sıkıştırılması ve buna bağlı olarak harfin asıl ve ilk sesinin ardından mahreçte duyulan ikinci ve artı bir sestir. Bu sıfat ( قطب جد ) ifadesinde yer alan ( ق, ط, ب, ج, د ) harflerinde bulunur.
D- Tekrîr Sıfatı : ( التكرير )
“Râ” ( ر ) harfinde görülen tekrîr sıfatı harf seslendirilirken dilin uç kısmının sürçmesi veya titremesi şeklinde ortaya çıkar. Harf mahrecinden çıkarılırken dikkat edilmesi gereken şey, tekrîr ile telaffuz edilmeye müsait olan “râ” ( ر )’yı bu sıfat ile okumaktan sakınmaktır. Harf tekrîr sıfatıyla seslendirildiğinde birden çok “râ” ( ر ) sesi ortaya çıkar ki bu hatadır. Bundan sakınmanın yolu ise, telaffuz esnasında dil ucunu üst damağa yapıştırmak ve onu damaktan ayırmadan sürçer gibi titretmektir.
E- İstitâle : ( الاستطاله)
‘Dâd’ ( ض) harfinin sıfatı olan istitâle harfe ait sesin dil kenarının başladığı yerden sonuna kadar uzaması demektir.
F- Cehr : ( الجهر )
Cehr, harfin harekeli olarak telaffuzunda nefesin hapsolması” anlamına gelir. Cehr sıfatlı harfler şunlardır : ( أ ب ج د ذ ر ز ض ط ظ ع غ ق ل م ن و ي ) Harflerin mahreçlerine uygulanan güçlü baskı (mahrecin tam kapanması) sebebiyle sesle birlikte nefes akışı söz konusu değildir. Harf mahrecinden kuvvetle ve ses halinde çıkar ki bu ses kendisiyle birlikte nefesin akışına engel olur.
G- Hems : ( الهمس )
Hems, harfin harekeli olarak telaffuzunda mahrece yapılan baskının zayıf olması (mahrecin tam kapanmaması) sebebiyle nefesin akması demektir. Hems sıfatı ( فحثه شخص سكت ) ifadesinde toplanan on harfte bulunur. Lâm-elif لا hariç harflerin on sekiz tanesi cehr, on tanesi hems sıfatlıdır.
H- Şiddet : ( الشدة )
( اجد قط بكت ) ifadesindeki sekiz harfte bulunan şiddet sıfatı, harfin sâkin olarak telaffuzunda mahrece uygulanan baskının kuvvetli olması (mahrecin tam kapanması) sebebiyle sesin hapsolup akmaması demektir.
I- Rihvet : ( الرحوة )
Rihvet, harfin sâkin olarak telaffuzunda mahrece baskının zayıf olması sebebiyle sesin akması anlamına gelir. Bu sıfat med harfleriyle birlikte on üç harfte ( ث ح خ ذ ز س ش ص ض ظ غ ف ه ) bulunur.
İ– Safîr : ( الصفير)
Safir, harfin seslendirilmesi esnasında iki dudak (iki ön diş ve dil ucu) arasından çıkan ve kuş yahut ıslık sesine benzeyen artı sese denir. Bu sıfat ( ص س ز ) harflerinde bulunur.
J- Tefeşşî : ( التفشي )
“Şın” ( ش ) harfine ait olan tefeşşî sıfatı, harfin telaffuzu esnasında sesin ağızda yayılması” anlamındadır. Bu sıfat “şın” ( ش ) harfinin mahrecinin akışındaki özel sestir.
K- Gunne : (الغنة ) :
Gunne “Mîm” ve “nûn” ( م ن ) harflerine ait bir sıfattır. Genizde oluşan bu ses inilti, güvercin yahut kumru sesine benzer.
L- Lîn: ( اللين )
Lîn, “harfi sâkin olarak telaffuz ederken mahrecinden külfetsiz, yumuşak bir şekilde çıkarmak demektir. Lîn sıfatı, üstün harekeli harften sonra sâkin (cezimli) halde bulunan “vâv” ( و ) ve “yâ” ( ي ) harflerine aittir. Lîn harfleri kelime üzerinde yapılan vakıf (duruş) sebebiyle son harf sâkin olduğundan med ile (uzatılarak) okunur. Vasılda (geçişte) med söz konusu değildir.
Med, idgam, ihfâ, izhar, iklâb, sekte vb. bir takım sıfatlar da vardır ki, bunlar bir sebebe bağlı olarak harflerde bulunan ve onun yapısına mahsus olmayan (ârız) sıfatlardır[65].
MED ve ÇEŞİTLERİ
I-Meddin Tanımı:
Med kelimesi sözlükte “arttırmak, ziyade etmek, uzatmak” demektir. Terim olarak meddin anlamı “harfin sesini med harflerinden biriyle uzatmak[66]”tır.
“Kısaltmak, hapsetmek” mânasına gelen kasr ise “harfin med harfi olmaksızın asıl sesiyle okunması yahut yalnız med harfinin isbat edilmesi” şeklinde tanımlanmıştır[67].
Med harfi, kendinden önceki harfin sesini, harekesi doğrultusunda uzatan harfe denir.
II-Med Harfleri:
Med harfleri üçtür :
1.Kendisinden önceki harf (mâ kabli) üstün harekeli olduğunda daima med harfi olan elif ( نا gibi);
2.Kendisi sâkin, bir önceki harf ötre harekeli vav (قولوا gibi);
3.Kendisi sâkin, bir önceki harf esre harekeli yâ (في gibi)[68].
Med harfleri çoğu yerde yazıda görülmekle birlikte bazı drumlarda yalnız telaffuzda vardır ( له , به gibi)[69].
Mushaf’ın yazısına mahsus olmak üzere bazı kelimelerin sonunda bulunan elif’ler “vav” veya “yâ” şeklinde yazılmıştır ( الصلوة , الزكوة , كفي , زلفي gibi)[70].
Kendilerinden önceki harfi harekesi doğrultusunda uzatan med harfleri kendileri okunmadığı gibi, sâkin olmalarına rağmen bunlar üzerinde cezm işareti de bulunmaz[71].
III-Meddin Sebepleri:
Harfin sesini tabiî med ölçüsünün üzerinde uzatan sebepler ikidir :
1.Hemze :
Aslî harflerden olan hemze med harfinden sonra geldiğinde med sebebi olur ve ilgili harfin sesini tabiî med ölçüsünden daha fazla uzatır. Med sebebi olan hemze geçiş halinde (vasılda) okunmayan vasıl hemzesi değil, her durumda okunan katı’ hemzesidir[72].
2.Sükûn :
Harfin harekesizlik halidir. Sükûn cezm ( ْ ) işaretiyle gösterilir. Üzerinde cezm işareti bulunan harfe sâkin harf denir.
Sükûn iki kısma ayrılır :
A)Lâzımî Sükûn : Duruş (vakıf) ve geçiş halinde varlığını koruyan, her durumda mevcut olan sükundur (el-Cânne اَلْجَانَّ kelimesinin ilk nûnu – اَلْجَانْنَ – ile Âl-âne آلآنَ edatının lâmındakiنَ آلْآ sükûn gibi) .
B)Ârızî Sükûn : Duruş halinde mevcut olup geçişte ortadan kalkan sükundur. Bu sükûn kelime üzerinde duruş sebebiyle geçici olarak var olan sükundur (يَعْلَمُونَْ يَوْمِ الدِّينِْ نَسْتَعِينُْ gibi)[73].
IV-Meddin Kısımları:
Medler aslî ve fer’î olmak üzere ikiye ayrılır :
1.Aslî Med :
Aslî med tecvid ve kıraat kitaplarında daha çok tabiî med (medd-i tabiî) olarak geçer. Tabiî med sadece med harflerinden biriyle yapılan uzatmaya denir[74]. Med harfinin varlığı (zâtı) ancak bu med ile oluşur[75].
Tabiî med “hemze veya sükûn gibi sebeplere bağlı olmaksızın yalnız med harfleriyle oluşan med” olarak tanımlanır. Örnek : اُوتِينَا , نُوحِيهَا , قَالَ , غِيضَ , كُونُوا آمَنَ , لَهُ , بِهِ , طه ,vs.
Tabiî medlerin uzatılma süresi özellikle Kur’ân-ı Kerîm tilâveti sırasında hassasiyet isteyen bir konu olur. Bu süre için birim olarak elif ölçüsü kullanılır. Bu ise elif diyecek veya elif (ا) yazacak kadar bir süredir.”Bir parmak kaldırılacak kadar” ifadesi, öngörülen bu sürenin Kur’an’ı güzel okuyan üstatların ağzından onları dinleyerek tesbit edilmesi gerektiğini belirtir[76].
2.Fer’î Med :
Fer’î medler tabiî medden türeyen medlerdir. Fer’î med, med harfiyle med sebeplerinden birinin ortaklaşa meydana getirdiği mede denir. Bununla harfin sesi harekesi doğrultusunda bir miktar uzar ki, bu, tabiî med ölçüsünün üzerindedir.
Fer’î medlerin kısımları :
A) Muttasıl Med (Medd-i Muttasıl) :
Med harfiyle med sebebi olan hemzenin aynı kelimede yan yana bulunmasıyla meydana gelen meddir ( شَاء , جِيئَ , سُوءَ gibi).
Muttasıl meddin tabiî med üzerine bir miktar med ilâve etmek suretiyle bir elif ölçüsünden fazla miktarda med edilmesi vâciptir. Kıraat imamları med ilâve edilmesi hususunda ittifak, meddin miktarında ihtilâf etmiştir. Muttasıl medde sadece bir elif (kasr) mertebesi yoktur.
Bağlı olduğumuz Âsım kıraatinin Hafs rivâyetinde muttasıl med ağırlıklı olarak tabiî med üzerine üç elif ilâveyle dört elif miktarı med edilir.
B) Munfasıl Med (Medd-i Munfasıl) :
Med harfiyle med sebebi olan hemzenin ayrı kelimede yan yana bulunmasıyla meydana gelen meddir ( تُوبُوا اِلَي الَّلهِ , اِنِّي اَخَافُ , يَا اَبَتِ gibi).
Munfasıl med câiz meddir. Kıraat imamlarına göre bir, iki, üç, dört ve beş elif mertebeleriyle icrâ edilir. Âsım kıraatinin Hafs rivâyetinde munfasıl med genel olarak dört elif med edilir.
C) Lâzım Med (Medd-i Lâzım) :
Med harfiyle med sebebi olan lâzımî (geçiş ve duruş hallerinde değişmeyen) sükûnun aynı kelimede yan yana gelmesiyle oluşan meddir. Kıraat imamları lâzımî meddin dört elif miktarı olduğu hususunda ittifak etmiştir.
Lâzımî med dört gruba ayrılır :
a.Medd-i Lâzım Kelime-i Musakkale :
( اَلْحَاقَّةُ ) örneğinde görüleceği üzere, med harfi (olan elif ا ) ile med sebebi olan (ve idgam sebebiyle şeddeli okunan ilk “kâf” ق harfindeki) lâzımî sükûn aynı kelimede yan yana gelmiştir ( اَلْحَا قْقَةُ ).
Bu gruba dahil olan medd-i lâzım örnekleri, kelimede meydana gelmesi ve idgamdan dolayı şeddeli okumanın telaffuzdaki ağırlığı sebebiyle kelime-i musakkale diye nitelendirilmiştir.
b.Medd-i Lâzım Kelime-i Muhaffefe :
( آلْاَن ) örneğinde ilk hemzeden sonra gelen med harfi ile med sebebi olan “lâm”ın lâzımî sükûnu aynı kelimede yan yana gelmiştir. Bir kelimede bulunması ve lâzımî sükûnun cezimli olmasından ötürü telaffuzunun hafif olması sebebiyle bu gruba giren medd-i lâzım örnekleri kelime-i muhaffefe olarak isimlendirilmiştir.
c.Medd-i Lâzım Harf-i Musakkal :
( الم , المر , المص ) mukataa harflerinde yer alan (لَامْ) ile (طسم) deki (سِينْ ) lafızlarında med harfi ile med sebebi olan lâzımî sükûn yan yana geldiği ve sâkin “mîm” ile sâkin “nûn” idgam ile okunduğu için bu tür medd-i lâzımlar harf-i musakkal olark vasıflandırılmıştır.
d.Medd-i Lâzım Harf-i Muhaffef :
(الم), (المر ) ve (طسم) deki مِيْم ,
( الر ) daki (لَامْ) ve
( حم) deki مِيْم
lafızlarında med harfi ile med sebebi olan lâzımî sükûn yan yana geldiği ve idgam edilmeden kolayca telaffuz edildiği için bu gruptaki medd-i lâzımlar harf-i muhaffef diye nitelendirilmiştir.
Med harfiyle lâzımî sükûn ayrı kelimelerde bulunursa o taktirde medd-i lâzım söz konusu değildir( قَالُوا اتَّخَذَالَّلهُ , وَالْمُقِىمِي الصَّلوَةِ , اِذاَ الشَّمْسُ gibi)[77].
D) Ârız Med (Medd-i Ârız) :
Med harfiyle med sebebi olan ârızî (duruşta telaffuzda var olan, geçişte düşen) sükûnun aynı kelimede yan yana bulunmasıyla meydana gelen meddir. Medd-i ârız duruş (vakıf) haline mahsus bir meddidir. Vakıf sebebiyle kelimenin son harfi ârızî (geçici) olarak sükûn ile okunduğundan bu ismi almıştır (يَعْلَمُونَْ يَوْمِ الدِّينِْ نَسْتَعِينُْ gibi). Verilen örneklerde kelimelerin son harfi olan “nûn” duruş halinde sâkindir, sükûn ile okunur. Aynı harf geçişte (vasılda) hareke alır.
Ârızî med hüküm olarak câizdir. Kelimenin son harfinin harekesi üstün ise ( يَعْلَمُونَ) ise üç vecih câizdir:
-Tul (4 Elif )
-Tevassut (2-3 Elif)
-Kasr (1 Elif)
Kelimenin son harfinin harekesi esre ise ( يَوْمِ الدِّينِ ) ise dört vecih câizdir :
-Tul,
-Tevassut,
-Kasr,
-Revm.
Revm “harekeyi gizli/hafif sesle belirtmek” demektir ve sadece kasr vechiyle uygulanır.
Kelimenin son harfinin harekesi ötre ise ( نَسْتَعِينُ ) ise yedi vecih câizdir :
-Tul,
-Tevassut,
-Kasr,
-Tûl ile işmâm,
-Tevassut ile işmâm,
-Kasr ile işmâm,
-Revm.
İşmâm, “sükundan sonra dudakları yummak” demektir. Tul, tevassut ve kasr vecihlerinin üçüyle de câiz olan işmam, harfin sükûnundan sonra dudakları ileri uzatarak ötre harekeye işaret etmek suretiyle yapılır[78].
İşmâmın bir çeşidi de لاَ تَأْمَنَّا kelimesinde[79] görülür. Buradaki işmâm ilk “nûn” harfinin harekesine işaret etmek üzere sâkin ile hareke arasında harekeyi gizleyerek[80] (harekeyi sükûna karıştırmak suretiyle) icrâ edilir.
E) Lîn Med (Medd-i Lîn) :
Lîn “yumuşaklık” demektir. “Lîn harfleri” denilen vav (و ) ve yâ ( ي ) mahreçlerinin uzatılması kolay ve yumuşak olduğundan (mahreçlerinde meddi kolay kabul ettiklerinden) bunların sebep olduğu medde yumuşak med anlamında medd-i lîn denilmiştir.
Üstün harekeli harften sonra sâkin (cezimli) olarak gelen vav (و ) ve yâ ( ي ) lîn harfidir. Buna göre lîn harfiyle med sebebi olan sükûnun meydana getirdiği med, medd-i lîn’dir.
Medd-i lîn’de med sebebi olan sükûn ârızı ve lâzımî olmak üzere iki kısma ayrılır :
a. ( عَلَيْكْ , عَقِبَيْهْ , خَوْفْ ) örneklerinde lîn harfinden sonra gelen harflerin sükûnu ârızî (duruş halinde mevcut olup geçişte ortadan kalkan sükun) olduğundan, bu kelimelerde vakıf esnasında meydana gelen vecihler -medd-i ârızda- olduğu gibi son harfin harekesine göre ortaya çıkar.
Kelimenin son harfinin harekesi üstün ise (عَلَيْكَ ) ise üç vecih câizdir :
-Tul (3 Elif )
-Tevassut (2 Elif)
-Kasr (1 Elif)
Kelimenin son harfinin harekesi esre ise (عَقِبَيْهِ ) ise dört vecih câizdir :
-Tul,
-Tevassut,
-Kasr,
-Revm.
Kelimenin son harfinin harekesi ötre ise (خَوْفٌ) ise yedi vecih câizdir :
-Tul,
-Tevassut,
-Kasr,
-Tûl ile işmâm,
-Tevassut ile işmâm,
-Kasr ile işmâm,
-Revm.
b. Kur’ân-ı Kerîm’de sadece iki yerde med sebebi lâzımî sükun olan medd-i lîn bulunur. Birisi Meryem Sûresi’nin evvelinde geçen كهيعص , diğeri Şûrâ Sûresi’nin başlangıcındaki عسق mukattaa harfleri içinde yer alan عَيْنْ lafzıdır. Burada lîn harfinden sonra gelen ve med sebebi olan “nûn” harfinin sükunu lâzımî sükun olduğundan tûl (3 Elif ) ve tevassut ( 2 Elif ) olmak üzere iki vecih vardır.
Medd-i lîn’in hükmü de –medd-i ârız da olduğu gibi- câizdir[81].
İDGAM ve HÜKÜMLERİ
Kur’ân-ı Kerîm’in lafızları yirmi dokuz sessiz harften oluşur. Harekelerle seslendirilen bu harflerden bir kısmı kendilerine ait ses ve sıfatlarla bağımsız, bir kısmı bazı sebeplere bağlı olarak kendisinden sonra gelen harfle birleşik olarak okunur.
İdgam dilin aynı veya yakın mahrece iki yerine bir defa gitmesiyle telaffuza kolaylık ve akıcılık kazandırmak için yapılır[82].
I-İdgam’ın Tanımı :
İdgam sözlükte “bir şeyi diğer bir şeyin içine katmak” demektir. İdgam’ın terim anlamı ise “iki harften ilkini ikinciye katarak telaffuz etmek”tir. Bu harflerden birincisine müdgam, ikincisine müdgamün fîh denir[83]. İdgam uygulamasında iki harf şeddeli tek harf olarak okunur.
II-İdgam’ın Sebepleri :
Aynı veya ayrı kelimede yan yana gelen iki harf arasındaki idgamın üç sebebi vardır :
1) Temâsül :
İki harfin mahreç ve sıfatta bir olması demektir :
مَااتَّحَدَا مَخْرَجًأ وَصِفَةً
2) Tecânüs :
İki harfin mahreçte bir, sıfatta farklı olmasıdır :
مَخْرَجًا وَاخْتَلَفَا صِفَةً ماَاتَّفَقَا
3) Tekârüb :
İki harfin mahreç ve/ veya sıfatta birbirine yakın olması demektir[84] :
ماتقاربا مخرجا او صفة
III-İdgam’ın Unsurları :
İdgam’ın iki unsuru vardır :
1.Müdgam : İdgam edilecek (kendisinden sonraki harfe katılacak) birinci sâkin harftir.
2.Müdgamün fîh : İdgam’ın kendisinde gerçekleştiği (sâkin olan birinci harfin kendisine katıldığı) harekeli ikinci harftir.
IV-İdgam’ın Şartları :
1.İdgam edilecek harfler arasında idgam sebeplerinden biri olmalıdır.
2.Müdgam ile müdgamün fîh yan yana olmalı; ikisinin arasına idgama engel olacak başka bir harf girmemelidir.
3.Müdgam sâkin (idgâm-ı kebir hariç) müdgamün fîh harekeli olmalıdır. Mesela, ( لاَتَقْصُصْ ) kelimesinde bu şart bulunmadığından idgam söz konusu değildir[85].
4.Müdgam med harfi olmamalıdır.
اَمَنُوا وَعَمِلُوا gibi…[86]
V-İdgam’ın Çeşitleri :
1) İdgâm-ı Misleyn :
Mahreç ve sıfatları aynı olup ilki sâkin, ikincisi harekeli iki harf arasındaki idgama, idgam-ı misleyn (iki aynı harfin idgamı) denir ve bu çeşit idgam vâciptir.
Örnek :
اِضْرِبْ بِعَصَاك , رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ , قَدْ دَخَلُوا,تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ , الْحَقَّ , اَفَّاك , اَقُلْ لَكُمْ
Misleyn olan harfler aynı kelimede tek ( اَلْحُرُّ , كُرْسِيُّهُ, حُبًّا ), ayrı kelimelerde çift harfle ( عَنْ نَفْسٍ , قُلْ لَهُمْ , قَدْ دَخَلُوا ) yazılır.
İlki harekeli ikincisi sâkin olan misleyn (birbirinin aynı) harfler arasında idgam câiz değildir :
Örnek : ( تُتْلَي , تَمْسَسْه).
İdgâm-ı misleyn biri maa’l-gunne, diğeri bilâ gunne olmak üzere ikiye ayrılır. İdgâm-ı misleyn maa’l-gunne (gunneli idgâm-ı misleyn) “mîm” ve “nûn” ( م ن ) harflerinde yapılır. Buna göre sâkin “mîm”den sonra harekeli “mîm” veya sâkin “nûn” dan sonra harekeli “nûn” geldiğinde bunlar kendi aralarında idgam edilirler : ( وَهُمْ مِنْ \ وَمَنْ نُعَمِّرْهُ ).
İdgâm-ı misleyn bilâ gunne (gunnesiz idgâm-ı misleyn) ise “mîm” ve “nûn” dışında kalan ve birincisi sâkin ikincisi harekeli iki harf arasında uygulanan idgamdır : (اِضْرِبْ بِعَصَاك , رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ ).
2) İdgâm-ı Mütecâniseyn :
Mahreçleri bir, sıfatları farklı olan ve birincisi sâkin ikincisi harekeli iki harf arasındaki idgama, idgam-ı mütecâniseyn denir.
Âsım kıraatinin Hafs rivayetinde idgâm-ı mütecâniseyn harfleri sekiz tane olup üç grupta toplanmıştır :
A) Tâ ( ط ) Dâl ( د ) ve Tâ ( ت ) Grubu :
وَدَّتْ طَائِفَة, وَعَدْتَهُمْ, اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللَّهَ , بَسَطْتَ
Bu ve benzer örneklerde ilgili harf grubu arasında idgam vâciptir.
Kur’ân-ı Kerîm’de sâkin dâl ( د ) harfiyle harekeli tâ ( ط )’nın veya sâkin tâ ( ط ) ile harekeli dâl ( د ) harfinin yan yana geldiğinin örneği yoktur.
B) Sâ ( ث ) Zâl ( ذ ) ve Zâ ( ظ ) Grubu :
اِذْ ظَلَمُوا , يَلْهَثْ ذَلِك
Zâl ( ذ ) ile zâ ( ظ ) arasında idgam vâcip, sâ ( ث ) ile ( ذ ) arasında câizdir. Bizim kıraatimizde idgam uygulaması ağırlıklıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de sâkin zâl ( ذ ) harfinin harekeli sâ ( ث ) ile yan yana geldiğinin örneği yoktur.
C- Bâ’ ( ب ) ve Mîm ( م ) Grubu :
Kur’ân-ı Kerîm’de sâkin olan ‘bâ’ ( ب ) harfiyle harekeli mîm’ ( م )’in yan yana geldiği tek örnek ( ياَ بُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا ) âyetidir.
Bir kısım kıraat imam ve râvileri izhar ederek, aralarında Âsım’ın da bulunduğu bir kısım imam ve râvi ise idgam ile okuduğundan bu harfler arasında her iki uygulama câizdir.
3) İdgâm-ı Mütekâribeyn :
Mahreç ve/veya sıfatları birbirine yakın olup ilki sâkin ikincisi harekeli iki harf arasındaki idgama, idgam-ı mütekâribeyn denir.
Âsım kıraatinin Hafs rivâyetinde bu idgama dahil olan harf grubu şunlardır :
A) Kâf ( ق ) ve Kâf ( ك) Harfleri :
Örnek : اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ
Kıraat imamları sâkin olan ‘kâf’ ( ق ) harfinin, kendisinden sonra gelen harekeli ‘kâf’ ( ك) harfine idgamında ittifak etmiştir.
Uygulamada ‘kâf’ ( ق ) harfindeki isti’lâ sıfatının belirtilerek eksik idgam yapılması câiz olmakla birlikte söz konusu sıfatın belirtilmeden tam idgam yapılması rivayet olarak daha sahihtir.
B) Lâm ( ل ) ve Râ’ ( ر ) Harfleri :
Örnek : قُلْ رَبِّ
Sâkin ‘lâm’ ( ل ) harfinin kendisinden sonra harekeli olarak gelen ‘râ’ ( ر )’ya idgamında kıraat imamları ittifak etmiştir[87].
Bu çerçevede bütün kıraat imamları el-Mutaffifîn sûresinin 14. âyetinde yer alan ( بَلْ رَانَ ) kelimesini de idgam ile okurken, bir istisna olarak imam Âsım’ın râvilerinden Hafs ‘lâm’ ( ل )’ın sükûnu üzerinde sekte yapar.
Bu harflerden ’râ’ ( ر )’nın önce ve sâkin, ‘lâm’ ( ل )’ın ise sonra ve harekeli olarak geldiği âyetlerde bizim kıraatimizde idgam yoktur :
Örnek : ( يَغْفِرْ لَكُمْ وَاصْبِرْ لِحُكْمِ ).
Bir idgamda müdgam ve müdgamün fîh harekeli olursa büyük idgam -idgâm-ı kebîr- ( لَذَهَبَ بِسَمْعِهِم ), müdgam sâkin müdgamün fîh harekeli ise küçük idgam-idgâm-ı sağir- (قُلْ رَبِّ , وَمَنْ نُعَمِّرْه) adını alır.
Yine bir idgamda müdgam, zât ve sıfatıyla müdgamün fîh içinde bütünüyle kaybolursa tam idgam (اِذْ ظَلَمُوا , وَعَدْتَهُمْ); müdgam zâtı itibariyle müdgamün fîh’in içinde kayboluyor, fakat herhangi bir sıfatıyla kendini hissettiriyorsa eksik idgam’dır. ( بَسَطْتَ , مَن يَعْمَلْ ) gibi…[88]
TENVİN ve SÂKİN NÛN’A AİT HALLER
Tenvin, isimlerle isim asıllı kelimelerin sonuna gelen ve çift hareke (iki üstün, iki esre, iki ötre) ile gösterilen sâkin nûn olup isimlik belirtisidir[89]. Sâkin nûn ise harekesi olmayan ve üzerinde cezim işareti bulunan nûn’dur.
Kur’an kıraatinde sâkin nûn ve onun hükmünde olan tenvinde bunları izleyen harflere göre bazı değişim ve dönüşümler olur[90]. Tenvin ve sâkin nûn’a ait bu değişim ve dönüşüm dört halde bulunur :
1.İzhâr
Sözlükte “bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak; açıktan okumak” mânalarına gelir. Tecvid ilminde “iki harfin arasını ayırma” (harfi mahrecinde okuma) demektir.
Sâkin nûn veya tenvinden sonra ( أ , ح , خ , ع , غ , ه ) harflerinden birinin gelmesi halinde sâkin nûn veya tenvin bu harflerin önünde idgam, iklâb veya ihfâ edilmeden izharla okunur (gerçek sesleriyle telaffuz edilir). Burada izhar yapmaya sebep, sâkin nûn veya tenvinle izhar harflerinin mahreçlerinin birbirine olan uzaklığıdır.
Örnek : ( عَلِيماً حَكِيماً , مِنْهُ )[91].
2.İdgam
Sâkin nûn veya tenvinden sonra “yermilûne” ( يرملون ) kelimesini oluşturan harflerden biri bulunduğunda sâkin nûn veya tenvin bu harflere katılarak okunur (idgam). Bu harflerle yapılan idgam iki kısma ayrılır :
A) İdgam Maa’l-Gunne (gunneli idgam) :
( يرملون ) ifadesinde yer alan “yâ”, “nûn”, “mîm” ve “vav” harflerinden önce gelen sâkin nûn veya tenvinin hafifçe uzatılan geniz sesi eşliğinde bu harflere katılarak seslendirilmesine denir.
Örnek : ( مِنْ نَذِيرٍ , مَلِكاً نُقاَتِلُ , وَمَنْ يَبْتَغِ , وَمِنْ وَراَئِهِمْ , مُنَادِيأً يُناَدِي , مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزاَبِ )
B) İdgam Bilâ-Gunne (gunnesiz idgam) :
Sâkin nûn veya tenvinin aynı ifade içinde geçen “lâm” veya “râ” harfine bütünüyle katılarak okunmasına denir.
Örnek : ( غَفُورٌ رَحِيمٌ , خَيْراً لَهُمْ , مِنْ لَدُنَّا , مِنْ رَبِّهِمْ ).
Sâkin nûn ile ( ينمو ) harflerinden “vav” veya “yâ” aynı kelimede bulunursa idgam değil izhar geçerlidir (دُنْيَا , بُنْيَانٌ قِنْوَانٌ , صِنْوأنٌ )[92].
3.İklâb
Sözlükte “döndürmek, çevirmek” anlamlarına gelen iklâb, tecvid terimi olarak bâ (ب ) harfinin önünde bulunan sâkin nûn veya tenvinin idgam yapılmaksızın”mîm”e dönüşmesini ifade eder[93]. Uygulamada sâkin nûn veya tenvin tam bir “mîm”e çevrilir, “mîm” ihfâ edilerek okunur.
Örnek : مِمْ بَعْدِ :سَمِيعُمْ بَصِيرٌ مِنْ بَعْدِ : سَمِيعٌ بَصِيرٌ
İklâb uygulamasının sebebi, yan yana gelen sâkin nûn ile “bâ”nın mahreçlerinin idgam edilecek kadar yakın ve izhar edilecek kadar uzak olmayışı şeklinde açıklanmıştır[94].
4. İhfâ
İhfâ “gizlemek” demektir. Tecvid ilminde ihfâ “tenvîn veya sâkin nûn’un zâtını gizleyip, gunne sıfatını belirtmek” şeklinde açıklanmıştır. Zâtını gizlemekten kasıt, nûn’u mahrecinden ayırıp gunne sıfatıyla seslendirmektir.
İhfâ harfleri şunlardır :
ت , ث , ج , د , ذ , ز , س , ش , ص , ض , ط , ظ , ف , ق , ك
Örnek : فَتْحٌ قَرِيبٌ , مَنْ شَكَرَ , اُنْزِلَ
Tenvinle sâkin “nûn”un ihfâ harflerinden önce gelmesi durumunda ihfâ yapılır ve buna dil ihfâsı denir. İhfâ uygulamasına gerekçe olarak, “nûn”un bu harflere idgam edilecek kadar yakın, izhar edilecek kadar uzak bulunmaması gösterilmiştir[95].
SÂKİN MÎM’E AİT HALLER
Sâkin mîm harfine ait üç hal vardır:
a) İdgâm-ı Misleyn Maa’l Gunne:
Sâkin mîm’in, kendisinden sonra gelen harekeli mîm’e katılarak (idgam edilerek) okunmasına idgâm-ı misleyn maa’l gunne denir. Bu idgam uygulamasında şeddeli olarak okunan “mîm”in gunnesi belirtilir. Süresi okuyuş seyrine göre 1, yahut 1,5 elif miktarıdır.
Örnek:
( وَمَا بِكُمْ مِنْ نعْمَةٍ ) ( جَاءَكُمْ مِنَ الحَقّ )
b) İhfâ-ı Şefevi (Dudak İhfası, Sâkin Mîm’in İhfâsı):
Sâkin mîm ile harekeli bâ (ب) harfi arasında geçerli olan uygulamadır. İhfâ edilen mîm dudak harfi olduğundan “şefevî” denilmiştir. Süresi okuyuş seyrine göre 1, yahut 1,5 elif miktarıdır.
Örnek:
( أنفُسَكمْ بِاتِّخَاذِكمُ – عَليْهم بصِحَافٍ)
c) İzhâr-ı Şefevi ( Dudak İzharı, Sâkin Mîm’in İzhârı):
Sakin mîm ile mîm ve bâ dışında kalan harekeli harfler arasında geçerli olan uygulamadır. Sâkin mîm kendisinden sonra gelen harfe katılmadan, mahrecinde kendine ait ses ve sıfatla bağımsız olarak okunur. Örnek : ( أمْ أمِنتمْ ) ( وَ أمْطرْنا )[96].
‘RÂ’ HARFİNE AİT HÜKÜMLER
‘Ra’ harfine ait üç hüküm vardır:
I) ‘Râ’ Harfinin Kalın Okunduğu Yerler:
1- ‘Râ’ harfi, üstün harekeli olduğunda : رَحْمَةً
2- ‘Râ’ harfi, ötre harekeli olduğunda : عُرُبًا
3- ‘Râ’ harfi, üstün harekeli harften sonra sâkin (cezimli) olarak geldiğinde : تَرْفَعُ
4- ‘Râ’ harfi, ötre harekeli harften sonra sakin (cezimli) olarak geldiğinde : نُرْسِلُ
5- ‘Râ’ harfi, üstün harekeli harfi izleyen ve sâkin (cezimli) olan bir harften sonra -vakıf sebebiyle- sâkin (cezimli) halde bulunduğunda : وَالْعَصْرْ
6- ‘Râ’ harfi, ötre harekeli harfi izleyen ve sâkin olan bir harften sonra –vakıf sebebiyle- sâkin (cezimli) halde bulunduğunda : عُصْرْ , نُورْ
7- ‘Râ’ harfi, ârızî (geçici) kesreli harften (hemze-i vasıldan) sonra sâkin olarak geldiğinde : , اَمِ ارْتَابُوا
لِمَنِ ارْتَضَي
8- ‘Râ’ harfi, esre harekeli harf ile üstün harekeli ve isti’la (kalın) sıfatlı bir harf arasında sâkin olarak bulunduğunda : قِرْطَاسٍ,مِرْصَادْ
II) ‘Râ’ Harfinin İnce Okunduğu Yerler:
1- ‘Râ’ harfi, esre harekeli olduğunda : رِجَالٌ
2- ‘Râ’ harfi, esre harekeli harften sonra sâkin olarak geldiğinde : فَاصْبِرْ
3- ‘Râ’ harfi, esre harekeli harfi izleyen ve sâkin (cezimli) olan bir harften sonra-vakıf sebebiyle- sâkin (cezimli) halde bulunduğunda : اَلسِّحْرْ
4- ‘Râ’ harfi, esre harekeli harfi izleyen ve sâkin olan yâ dan sonra -vakıf sebebiyle- sâkin (cezimli) olarak bulunduğunda : اَلقَدِيرْ
5- ‘Râ’ harfi, üstün harekeli harfi izleyen ve sâkin (cezimli) olan yâ dan (lîn harfinden) sonra -vakıf sebebiyle-sâkin halde bulunduğunda : اَلْخيْرْ
III) ‘Râ’ Harfinin Hem Kalın Hem İnce Okunuşunun Câiz Olduğu Yerler:
1- ‘Râ’ harfi, esre harekeli harf ile yine esre harekeli ve isti’la (kalın) sıfatlı bir harfi arasında sâkin olarak bulunduğunda : فِرْقٍ
2- ‘Râ’ harfi, esre harekeli harfi izleyen ve sakin (cezimli) olan isti’la (kalın) sıfatlı bir harften sonra –vakıf sebebiyle- sâkin halde bulunduğunda : مِصْرْ
3- اِذَا يَسْرِ, اَنْ اَسْرِ, فَا اَسْرِ kelimelerinin vakıf halindeki ‘râ’ harfi :
Bu örneklerde ‘râ’ harfinin, harekesinin aslî esre olması itibariyle ince, üstün harekeli harfi izleyen ve sâkin (cezimli) olan bir harften sonra sâkin halde bulunması itibariyle de kalın okunması câizdir.
Not: ‘Râ’ harfi idgamlı veya şeddeli halde ise, müdgamun fîh (idgamın kendisinde gerçekleştiği ikinci harf) olan ikinci ‘râ’ ya bakılır. İkincisi kalın ise birincisi de kalın, ikincisi ince ise birincisi de ince okunur.
Örnek : (şerri) شَرِّ kelimesinde her iki ‘râ’ ince, (yefirru) يَفِرُّ kelimesinde her iki ‘râ’ kalın okunur[97].
ZAMİR
Zamir kısaca cümle içinde ismin yerine kullanılan harfe denir. Tecvid ilminde müfred (tekil), müzekker (eril) ve gâip (üçüncü şahıs) formunda kullanılan ve hâ-ı kinâye denilen zamire ait hükümler şunlardır :
1- Vakıf halinde (duruşta) harekesiz (cezimli) olan zamir med’siz (uzatılmadan, sâkin ) olarak bir şekilde okunur.
Örnek : ( لَهْ – بِهْ- عَنْهْ – مِنْهْ)
2-Vasıl halinde (geçişte) harekeli olan zamir kendinden önceki harfin konumuna göre iki şekilde okunur :
a) Üstün, ötre veya esre harekeli bir harften sonra gelen zamir med ile (uzatılarak) okunur.
Örnek 🙁 يَعْلَمَهُ– رَبُّهُ– بِهِ)
Harekeli harfi izleyen zamirden sonra bir sebeb-i med bulunmazsa zamir bir elif miktarı med edilerek okunur : ( وَلاَ يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا )
Harekeli harfi izleyen zamirden sonra sebeb-i med olan hemze bulunursa, bu takdirde zamir munfasıl med hükmünce 4 elif miktarı uzatılır. Örnek :( بِهِ ايمَانًا – عِنْدَهُ اِلاِّ بِاِذْنِهِ)
Âsım kıraatinde Zümer suresinin 7.ayetinde geçen ( يَرْضَهُ ْ ) fiilindeki zamir kasr ile (med edilmeden) okunur. Zira yazıda görülmeyip fiilin aslında mevcut olan “elif” sâkindir, sâkinden sonra gelen zamir de med’siz (tabiî harekesiyle) okunur.
b) Sakin bir harften sonra gelen zamir med edilmeden (tabiî harekesiyle) okunur. (مِنْهُ – وَاجْتَبَاهُ – عَلَيهِ)
Âsım kıraatinin Hafs rivâyetinde Furkan suresinin 69. ayetinde geçen (فِيهِ مُهَانًا) lafzındaki zamir, sâkin harften sonra gelmesine rağmen uzatılarak okunur.
c) Kendisinden sonra sâkin harfin bulunduğu zamir de med’siz (tabiî harekesiyle) okunur.( لَهُ الْمُلْكِ – لَعَلِمَهُ الَّذِينَ)
d) İki sakin arasında bulunan zamir de uzatılmadan (tabiî harekesiyle) okunur (يَعْلَمْهُ الله – مِنْهُ ابْتِغَاءَ)[98].
LAFZATULLÂH
Lafzatullâh diye ifade edilen Allah (الله) kelimesinin lâm’ıyla ilgili üç hüküm vardır:
1) Üstün harekeli harften sonra gelen Allah (الله) kelimesinin lâm’ı kalın okunur.
Örnek 🙁اِنَّ الله – وَالله)
2) Ötre harekeli harften sonra gelen Allah (الله) kelimesinin lâm’ı kalın okunur.
Örnek : (نَصْرُالله – فَضْلُ الله).
3) Esre harekeli harften sonra gelen Allah (الله) kelimesinin lâm’ı ince okunur.
Örnek : ( ( بِا لله – لِله
Aynı hükümler “اَللَّهُمَّ” lâfzı için de geçerlidir.
Örnek : (سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ – قُلِ اللَّهُمَّ)[99].
LÂM-I TA’RÎFE AİT HÜKÜMLER
İsimlerin başına gelen ve onlara belirlilik kazandıran “el” ( اَلْ ) takısı lâm-ı ta’rîf (harf-i ta’rîf) diye nitelendirilmiştir. Bu takı “elif” ve “lâm” dan oluşur.
Lâm-ı ta’rîfe ait iki hüküm vardır :
1) Lâm-ı Ta’rîfin İzhârı (İzhâr-ı Kameriyye) :
Lâm-ı ta’rîf onu izleyen 14 harften önce izhâr kuralıyla okunur ki buna lâm-ı ta’rîfin izhârı (izhâr-ı kameriyye) denir. Lâm-ı ta’rîf bu harflere katılmadan (mahrecinde kendine ait ses ve sıfatla) okunur. 14 harf şu cümlede toplanmıştır : ( اَبْغِ حَجَّكَ وَخَفْ عَقِيمَهُ )
Örnek : ( اليَوْمُ – القَمَرُ – الْاَرْضُ)
2) Lâm-ı Ta’rîfin İdgâmı (İdgâm-ı Şemsiyye) :
Lâm-ı ta’rîf bu harflerin dışında kalan diğer 14 harfe idgam edilerek okunur ki buna lâm-ı ta’rîfin idgâmı (idgâm-ı şemsiyye) denir.
Örnek : (الصَّالِحُونَ – الشَّمْسُ – النَّارُ)
Lâm-ı ta’rîf’ten sonra “nûn” geldiğinde gunneli lâm-ı ta’rîf idgâmı (İdgâm-ı Şemsiyye Maa’l-gunne) olur.
Örnek :
( اَلنَّارُ , اَلناَّسُ)
Lâm-ı ta’rîf’ten sonra “nûn” dan başka diğer 13 harften biri geldiğinde gunnesiz lâm-ı ta’rîf İdgâmı (İdgâm-ı Şemsiyye Bilâ-gunne) olur.
Örnek :
(الصَّالِحُونَ – الشَّمْسُ )[100]
KAYNAKLAR
1. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrut, ts.
2. Altıkulaç, Tayyar, Tecvidu’l-Kur’an, Ankara, 1983.
3. Birışık, Abdülhamit, “Kur’an (Tarihi)”, DİA, Ankara, 2002.
4. Buhârî, el-Câmiu’s-sahîh, İstanbul, ts.
5. Çetin, Abdurrahman, “İhfâ”, DİA, İstanbul, 2000; amlf., “İzhar”, DİA, İstanbul, 2001. amlf., “Tecvid”, DİA, İstanbul, 2011. amlf., Kur’an Okuma Esasları, Bursa, 2007.
6. Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, İstanbul, 1981.
7. Durmuş, İsmail, “Harf”, DİA , İstanbul, 1997.
8. Durmuş, İsmail-Gündüzöz, Soner, “Nûn”, DİA, İstanbul, 2007.
9. Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, Sünen, İstanbul, 1981.
10. eş-Şeyh Muhammed Mekkî Nasr el-Cerîsî, Nihâyetü’l-Kavli’l-Müfîd fî İlm-i Tecvîdi’l-Kur’âni’l-Mecîd, (thk. Abdullah Mahmud Muhammed Ömer), Beyrut, 1424/2003.
11. Görgün, Tahsin, “Kur’an (Mahiyeti)”, DİA, Ankara, 2002.
12. Heyet, İlmihal, İSAM, İstanbul, 1998, (I-II).
13. Heyet, İslâm İlmihali, İFAV, İstanbul, 2010.
14. İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, es-Sünen, İstanbul, 1981.
15. Kandemir, Mehmet Yaşar-Zavalsız Halit-Şimşek Ümit, Âyet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’ân-ı Kerîm Meâli, İFAV, İstanbul,2010, (I-II).
16. Karaçam, İsmail, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İstanbul, 2008.
17. Madazlı, Ahmet, “İklâb”, DİA, İstanbul, 2000.
18. Müslim, Ebü’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-sahîh, İstanbul, 1981.
19. Sarı, Mehmet Ali, “İdgam”, DİA, İstanbul, 2000; amlf., “Med”, DİA, Ankara, 2003.
20. Tirmizî, Muhammed b. Îsâ, el-Câmiu’s-sahîh, İstanbul, 1981.
21.Ünlü, Demirhan-Aydoğan, İlyas, Tecvid Bilgisi ve Kur’ân-ı Kerîm’in Kırâatı, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Ankara
Dipnotlar :
[1] el-Vâkıa 56/80.
[2] eş-Şuarâ 26/193.
[3] el-Bakara 2/97
[4] et-Tevbe 9/6
[5] Her devirde yalan üzerine birleşmelerini aklın imkânsız gördüğü bir topluluk tarafından aktarılması ile. Bk., Heyet, İlmihal, İSAM, İstanbul, 1998, (I-II), I, 103.
[6] A.y.
[7] Birışık, Abdülhamit, “Kur’an (Tarihi), DİA, Ankara, 2002, XXVI, 384.
[8] el-Bakara 2/185.
[9] et-Târık 86/13.
[10] en-Neml 27/2.
[11] en-Neml 27/77.
[12] ez-Zümer /39/23.
[13] el-İsrâ 17/9.
[14] el-Hâkka 69/51.
[15] el-Enbiyâ 21/50.
[16] et-Tekvîr 81/27,28.
[17] Buhârî, “İ’tisâm”, 2.
[18] Buhârî, “İ’tisâm”, 1.
[19] Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’an”, 25.
[20] Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’an”, 14.
[21] İbn Mâce, “Tahâret”, 5.
[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,366.
[23] Görgün, Tahsin, “Kur’an (Mahiyeti)”, DİA, Ankara, 2002, XXVI, 388.
[24] el-A’râf 7/204.
[25] “Kur’an (Mahiyeti)”, DİA, XXVI, 389.
[26] Heyet, İslâm İlmihali, İFAV, İstanbul, 2010, s.354.
[27] en-Nisâ 4/82.
[28] en-Nahl 16/44.
[29] el-Fâtır 35/29.
[30] Buhârî, “İlim”, 15; “Temennî”, 5.
[31] İbn Mâce, “Sünnet”, 16.
[32] Ebû Dâvûd, Sünen, “Vitr”, 14.
[33] Dârimî, “Fezâlü’l-Kur’an”, 1.
[34] Tirmizî, “Daavât”, 23.
[35] Buhârî, “Fezâlü’l-Kur’an”, 21.
[36] Ebû Dâvûd, Sünen, “Vitr”, 14.
[37] İbn Mâce, “Sünnet”, 17.
[38] İbn Mâce, Sünnet, 16.
[39] İbn Mâce, Sünnet, 16.
[40] Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1.
[41] Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1.
[42] Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 10.
[43] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 226.
[44] Tirmizî, Fezâil’ül-Kur’ân,19.
[45] Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1.
[46] Çetin, Abdurrahman, “Tecvid”, DİA, İstanbul, 2011, XL, 253.
[47] el-Furkân, 25/32; el-Müzzemmil 73/4.
[48] “Tecvid”, DİA, XL, 253.
[49] Çetin, Abdurrahman, Kur’an Okuma Esasları, Bursa, 2007, s.76.
[50] el-Furkân, 25/32.
[51] el-Müzzemmil 73/4.
[52] Tirmizî, “Fezâil’ül-Kur’ân”, 23; Ebû Dâvûd, Sünen, “Vitr”, 20.
[53] Buhârî, “Fezâlü’l-Kur’an”, 29.
[54] Kur’an Okuma Esasları, s.81.
[55] Ay.
[56] Altıkulaç, Tayyar, Tecvidu’l-Kur’an, Ankara, 1983, s.4.
[57] Kur’an Okuma Esasları, s.82.
[58] Ay.
[59] Bkz., Karaçam, İsmail, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İstanbul, 2008, s. 166; Tecvidu’l-Kur’an, s. 3; Kur’an Okuma Esasları, s.77.
[60] Kur’an Okuma Esasları, s.77.
[61] Durmuş, İsmail, “Harf”, DİA , İstanbul, 1997, XVI, 158.
[62] “kâf” [ ق ] mahrecinin bir miktar alt tarafı. (F.Ç)
[63] Med harfi olmayan “yâ” ي . (F.Ç.)
[64] eş-Şeyh Muhammed Mekkî Nasr el-Cerîsî, Nihâyetü’l-Kavli’l-Müfîd fî İlm-i Tecvîdi’l-Kur’âni’l-Mecîd, (thk. Abdullah Mahmud Muhammed Ömer), Beyrut, 1424/2003, s. 35-41.
[65] Age., s.45-59.
[66] Age., s. 129.
[67] Age., s. 129; Kur’an Okuma Esasları, s.194.
[68] Sarı, Mehmet Ali, “Med”, DİA, Ankara, 2003, XXVIII, s. 288.
[69] “Med”, DİA, XXVIII, s. 288.
[70] Kur’an Okuma Esasları, s.195.
[71] Kur’an Okuma Esasları, s.195.
[72] Nihâyetü’l-Kavli’l-Müfîd fî İlm-i Tecvîdi’l-Kur’âni’l-Mecîd, s.130; Kur’an Okuma Esasları, s.196.
[73] Kur’an Okuma Esasları, s.196.
[74] “Med”, DİA, XXVIII, s. 288.
[75] Nihâyetü’l-Kavli’l-Müfîd fî İlm-i Tecvîdi’l-Kur’âni’l-Mecîd, s.129.
[76] “Med”, DİA, XXVIII, s. 288.
[77] Kur’an Okuma Esasları, s.207; Nihâyetü’l-Kavli’l-Müfîd fî İlm-i Tecvîdi’l-Kur’âni’l-Mecîd, s.132 vd.
[78] Ünlü, Demirhan-Aydoğan, İlyas, Tecvid Bilgisi ve Kur’ân-ı Kerîm’in Kırâatı, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1985, s.133 vd.
[79] Yûsuf, 12/11.
[80] Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, s. 271.
[81] Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, s. 273 vd; Kur’an Okuma Esasları, s.217 vd; Tecvid Bilgisi ve Kur’ân-ı Kerîm’in Kırâatı, 136 vd.
[82] Sarı, Mehmet Ali, “İdgam”, DİA, İstanbul, 2000, XXI, 471.
[83] Ay.
[84] Kur’an Okuma Esasları, s.223.
[85] Kur’an Okuma Esasları, s. 222,223.
[86] Kur’an Okuma Esasları, s.223.
[87] İdgam çeşitleri için bk., Kur’an Okuma Esasları, s.227 vd.
[88] Kur’an Okuma Esasları, s.223-226.
[89] Durmuş, İsmail-Gündüzöz, Soner, “Nûn”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 242.
[90] Ay.
[91] Çetin, Abdurrahman, “İzhar”, DİA, İstanbul, 2001, XXIII, 506; Durmuş, İsmail-Gündüzöz, Soner, “Nûn”, DİA, XXXIII, 242.
[92] Bkz., “İdgam”, DİA, XXI, 472; “Nûn”, DİA, XXXIII, 242.
[93] Madazlı, Ahmet, “İklâb”, DİA, İstanbul, 2000, XXII, 27.
[94] Ay.
[95] Çetin, Abdurrahman, “İhfâ”, DİA, İstanbul, 2000, XXI, 532.
[96] Bu konu için bkz. Kur’an Okuma Esasları, s.174 vd; Tecvid Bilgisi ve Kur’ân-ı Kerîm’in Kırâatı, s. 141.
[97] Bu konu için bkz., Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, s. 243 vd.
[98] Kur’an Okuma Esasları, 187 vd.
[99] Bkz., Kur’an Okuma Esasları, 191 vd.
[100] Bkz., Kur’an Okuma Esasları, 233 vd.
Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Fatih Çollak, Kuran Akademi